30 Aralık 2015 Çarşamba

Pablo Neruda

PABLO NERUDA
(1904 - 1971)

Ricardo Neftali Reyes ya da Pablo Neruda. 12 Temmuz 1904'te Şili'de doğdu. 1917-20 arasında ilk şiirlerini denedi. 1923'te babasının armağan ettiği saati ve elindeki üç beş parça ev eşyasını satarak, bunların geliriyle ilk şiir kitabı Crepusculario'yu (Akşam alacası) çıkarttı. Neruda yaşamış olan en büyük dünya ozanlarından birisidir. Onun aşk şiirleri dünyanın neredeyse tüm ülkelerinde okunmakta ve halen çevirileri yayımlanmaktadır. "Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı" isimli kitabı onun adını en çok duyuran kitabıdır ve daha 1961'de bu kitap Buenos Aires'teki Losada yayınevinde milyonuncu baskıyı yapmıştır. Şimdilerde bu sayı iki milyona yakındır. (yıl 2000) Pablo Neruda uzun süre Konsolosluk görevi yapmıştır. Şili'de üniversiteli gençlerin devlet tarafından öldürülmesi üzerine konsolosluktan istifa etmiştir.
Nobel edebiyat ödüllü şair Pinochet hükümeti Santiago'daki evi yağmaladıktan sonra 23 Eylül'de gözaltına alınmış, bir süre sonra da öldüğü açıklanmıştır.  

    

MARURİ SOKAĞINDAKİ PANSİYON

Maruri bir sokak.

Karşı karşıya değildi evler, sevmezlerdi birbirlerini,
yine de yan yanaydılar.
duvar duvara, fakat
pencereleri
bakmazdı sokağa, konuşmazdı,
öyle sessizdiler.

Bir kâğıt uçuruyor havalanır gibi ağaçtan
kışın kirli bir yaprak.

Akşam ortalığı tutuşturuyor, kaygı içinde
yok oluveren bir ateş boşaltıyor gök.

Kara sis balkonları örtüyor.

Açıyorum kitabımı. Yazıyorum
bir maden ocağının
çukurunda sanıp kendimi,
bir ıslak,
bırakılmış dehlizde.
Biliyorum kimse yok şimdi
evde, sokakta, acı kentte.
Bir mahkûmum açık kapısının önünde,
açık dünyanın önünde,
akşam alacasında şaşkın, gamlı bir öğrenciyim,
çıkıyorum işte o zaman şehriye çorbasına,
iniyorum ardından yatağa ve yarına.

Çeviren: Sait Maden



MACCHU-PİCCHU'NUN DORUKLARI 
(XI)
(Seçme)

Karman çorman tantananın,
Taş gecenin ortasına,bırak;
Bırak daldırayım, ellerimi.
Bırak.
Unutulmuşun koca yüreği:
Bir kuş gibi çırpınsın bende,
Bir kuş gibi,
Bin yıldır tutsak!
Ko, bugün unutayım,
Bu bahtiyarlığı;
Bu, denizden daha engin olan,
Çünkü:
Denizden ve adalardan da
Engindir insan.
Çünkü:
Bir kuyuya düşer gibi,
Düşmek gerek ona,
İnsana;
Batık gerçeklere,
Sırlı bir su dalına tutunarak,
Çıkmak için:
Uçurumdan.


(XII)

Çık kardeş,
Benimle doğmaya gel.

Ver elini,
Yayılmış ağrının,
En derin yerinden.
Kaya diplerinden,
Dönecek değilsin,
Ve yeraltı çağlarından;
Geri dönmeyecek,
Taş kesilmiş sesin;
Ve gözlerin, oyuk gözlerin.
Yerin dibinden bak bana:
Sen çiftçi, dokumacı,
Garip çoban sen;
Sen, eğitmen
Guanako'lar (*) eğitmeni
Sen duvarcı,
İskelesine güvenemeyen;
Sen, And dağlarından,
Gözyaşı getiren;
Sen,
Ezik parmaklı mücevherci;
Sen köylü,
Ekininin üstüne titreyen;
Sen,
Taşının hamuruyla yoğrulmuş
Çömlekçi;
Boşaltın,
Bu yeni hayatın kadehine,
Eski gömülmüş acılarınızı;
Kanınızı gösterin bana,
Saban izinizi bana.

Burasıydı,
İşkenceye tutulduğum yer,
Işık vermiyor diye mücevher;
Deyin bana.
Deyin bana,
Taşın ve tanenin,
Vaktinde verdiğini.
Taşı gösterin bana,
Gömüldüğünüz.
Ağacı gösterin,
Çarmıha gerildiğiniz.
Çakın,
Eski çakmak taşlarını;
Yakın,
Eski lambaları bana;
Kırbaçları gösterin,
Kırbaçları;
Yüzyıllarca,
Yaralara işlemiş;
Ve pırıl pırıl,
Kanlı baltaları bana.
Ölü ağzınızla,
Konuşmaya geldim.
Derleyip toparlayın,
Tümcek;
Dil vermez dudaklarınızı,
Toprağın kıyıcığında.
Anlatın,
Bu bitmez geceyi bir bir.
Nasıl,
Sizlerle bağlanmıştım ben:
Zincir zincir,
Halka halka, adım adım,
Anlatın ne varsa anlatın.
Bileyin,
Saklı bıçaklarınızı;
Saplayın ellerime,
Göğsüme saplayın;
Sarı ışıklı bir nehir gibi,
Kaplanların gömüldüğü,
Bir nehir gibi.
Koyun ki ağlayayım, koyun,
Koyun ki saatlerce,
Günlerce, yıllar yılı;
Koyun ki kör çağlarca,
Yıldız yüzyıllarınca.

Sükun verin bana,
Su verin, ümit verin.

Kavga verin bana,
Demir verin, volkanları verin.

Sarmaş dolaş olun benimle,
Sevdalılar gibi.

Damarlarıma seğirtin,
Koşun ağzıma.

Dilimle konuşun, kanımla.

(*) Guanako: Güney Amerika laması. 




FEDERICO GARCIA LORCA'YA YANIK ŞİİR

Issız bir evde,
Korkudan ağlayabilseydim;
Gözlerimi çıkarabilsem de,
Yiyebilseydim;
Senin sesin için yapardım
Bunları,
Yaşlı portakal ağacı sesin;
Senin şiirin için yapardım
Bunları,
Çığlık çığlığa fışkıran şiirin.
Baksana,
Maviye boyuyorlar hastaneleri,
Senin için;
Kıyıdaki kenar mahalleleri
Ve okullar,
Senin için büyüyorlar;
Tüy salıyorlar,
Yaralı melekler;
Pullar örtünüyor,
Düğün balıkları;
Deniz kestaneleri,
Göğe uçuyorlar;
Siyah tülleriyle terzi dükkanları:
Kanla doluyorlar, kaşıklarla,
Senin için;
Ve,
Yutuyorlar,
Yırtılmış kurdeleleri;
Öz canlarına kıyıyorlar,
Öpüşe öpüşe;
Ve ak sadeler giyiniyorlar.
Bir şeftali ağacı
Giyinip de,
Kuş gibi seğirtirken sen;
Kasırga gibi fırıl fırıl,
Bir pirinç gülüşüyle gülerken;
Türküler çağırdığında;
Allak bullak ederken,
Atardamarlarını,
Dişlerini, gırtlağını,
Parmaklarını;
Vay ne şirindin,
Kahrolurdum ben
Kahrolurdum ben
Kızıl göller için:
Güz ortasında bir şahbaz at
Ve kana belenmiş bir tanrıyla,
Beraber yaşadığın.
Kahrolurdum ben,
Mezarlıklar için:
Gece, sesi kısılmış
Çanlar arasından,
Suyla, mezarlarla küllenmiş
Nehirler gibi geçen;
Nehirler:
Hasta asker koğuşları sanki,
Tıklım tıklım dolu;
Ve matem yağlı ölüme,
Çürük taçlı mermer şifreli ölüme,
Nehir nehir gelen ölüme doğru;
Birdenbire taşıveren nehirler.
Gece, ayakta, ağlaya ağlaya,
Boğulmuş çarmıhların geçişini
Seyrederken sen;
Kahrolurdum seni görmek için:
Bak,
Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun
Perperişan;
Garip kalmış köşelerde başın,
Durmaz ha, durmaz gözlerin
Ağlar yaşın yaşın.
Gece ve çıldırasıya yalnız,
Külleri ısıra ısıra;
Dumanı, gölgeyi, unutmayı:
Siyah bir huniyle yığabilseydim,
Trenlerin, gemilerin üstüne;
Filizlendiğin ağaç için,
Yapardım bunları,
Topladığın,
Yaldızlı su yuvaları için;
Sarmaşık için,
Yapardım bunları;
Gecenin sırrını sana ileterek,
Kemiklerini saran
Sarmaşık için.
Islak soğan kokusu gelen
Şehirlerden,
Seni bekliyorlar;
Boğuk bir sesle,
Şarkı söyleyerek
Geçesin diye.
Yeşil kırlangıçlar,
Saçlarının arasına yapıyorlar,
Yuvalarını;
Dilsiz sperma sandalları,
Peşin sıra geliyorlar;
Sümüklü böcekler, haftalar,
Yelkenleri düşürülmüş serenler,
Kirazlar da,
Dönüveriyorlar o saat:
Gözükünce solgun başın,
On beş gözlü başın,
Al kan içindeki ağzın.
Şehrin otellerini,
İsle doldurabilseydim;
Hıçkıra hıçkıra,
Yok edebilseydim
Çalar saatları;
Ezik dudaklarıyla yaz ayı,
Evine nasıl gelecek,
Göreyim diye
Yapardım bunları;
Yığın yığın insanların,
Melûl mahzun tantanalarıyla
Ülkelerin,
İşlemez sabanların,
Gelincik çiçeklerinin;
Mezar kazıcıların, süvarilerin,
Kanlı haritaların, gezegenlerin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
Küllerle örtülü dalgıçların,
Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş
Meryem Ana tasvirlerini
Sürüte sürüte gelen maskelerin;
Damarların, köklerin, hastanelerin,
Karıncaların, su gözelerinin,
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye;
Yapardım bunları.
İçine kapanmış atlının
Örümcekler arasında öldüğü
Bir yatakla,
Gecenin;
Kinden, dikenlerden bir gülün,
Sarıya çalan bir geminin,
Rüzgârlı bir günle, bir bebeğin;
Evine nasıl geldiklerini
Göreyim diye:
Yapardım bunları.
Ben, Oliverio, Norah,
Vicente Aleixandre, Delia,
Maruca, Malva, Marina,
Maria Luisa, Larco, La Rubia,
Rafael Ugarte, Cotapos,
Rafael Alberti, Carlos,
Manolo Altolaguirre, Bebé,
Molinari, Rosales, Concha Méndez,
Ve daha da unuttuklarım;
Evine nasıl gelecektik,
Göreyim diye
Yapardım bunları.
Gel de taçlar takayım,
Gel, sağlık esenlik delikanlısı,
Gel, kelebek kıravatlı civan;
Sen ey,
Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi:
Pırıl pırıl insan;
Madem, geç vakitlere dek,
Kalınamıyor daha kayalıklarda;
Bari aramızda konuşalım,
Gel,
Şöylece bir, olduğumuz gibi;
Çiğ için olmadıktan sonra,
Şiirlerde n'olacak yani?
Bir ağu hançerin,
İçimize işlediği bu gece için
Olmadıktan sonra;
Şiirlerde n'olacak yani?
Bu tan kızıllığı için,
Olmadıktan sonra;
İnsanın vurulmuş yüreğinin,
Ölüme hazırlandığı,
Şu viran köşe için olmadıktan sonra
Şiirlerde n'olacak yani?
En çok gece, geceleyin:
Kıyamet gibi yıldızlardır,
Dolmuşlar hepten ırmağa;
Bir kurdele gibiler,
Fakir fukara dolu evlerin
Pencerelerindeki..

Bir ölen var,
Onların evlerinde;
Bürolarda, hastanelerde belki,
Belki asansör ve madenlerde,
İşlerinden oldular.
Onulur şey değil yaraları,
Yaratıklar,
Acı çekiyorlar.
Her yanda dert yanış,
Her yanda,
Vay şuymuş vay bu;
Pencereler,
Göz yaşıyla dolu,
Aşınmış eşikler,
Göz yaşından;
Yüklükler ıslak,
Bir dalga gibi
Halıları dişlemeye gelen
Göz yaşından,
Oysa ki yıldızlardır akar
Uçsuz bucaksız bir nehirde.
Federico,
Dünyayı görüyorsun.
Yolları görüyorsun,
Sirkeyi görüyorsun;
Birkaç ayrılıştan,
Taşlardan, raylardan gayrı,
Kimseciklerin kalmadığı,
Köşeden:
Duman ha deyince,
Zalim tekerleklerine;
Hoşça kalları görüyorsun,
İstasyonlardaki..

Her yanda, sorunlar koyuyorlar,
Çeşit çeşit insan var:
Kanlı bıçaklı kör var,
Öfkelisi, ümitsizi var,
Yoksul var, tırnak ağaçları var;
Şunun bunun sırtından,
Geçinmek sevdasıyla;
Harami var.

Hayat  böyle, Federico,
Ey babayiğit,
Ey kara sevdalı adam.
Sana,
Dostluğumun sunabileceği şey
İşte bunlar..
Sen de epeyce şey biliyorsun
Şimdiden.
Yavaş yavaş, daha da,
Öğreneceklerin var.


Çeviren: Enver Gökçe




PABLO NERUDA'YLA SÖYLEŞİ


SORU
Nasıl paylaşıyorlar güneşi dostça
Portakal ağaçlarında portakallar?

YANIT
Yoksa kimi tadından çatlardı
Kimi tatsızlığından




BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRİ YAZABİLİRİM


Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu 

Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta
Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgârı.


Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.

Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece
Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında

Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim
O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim
Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla

Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi
Ota düşen çiy gibi, düşmekle şiir cana
Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa.


Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana
Hepsi bu. uzaklarda şarkı söylüyor biri.
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca
Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi
Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana

Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim
Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona
Ellere yar olur. öpmemden önceki gibi.
O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla
Artık sevmiyorum ya severim belki yine
Ne uzundur unutuş ah ne kısadır sevda
Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü
Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

Belki bana verdiği son acıdır bu acı
Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona

Pablo Neruda

Çeviren: Sait Maden



ÖLÜM 
I
Dünyaya birçok kez gelmişim
Yok olmuş yıldızların dibinden
Ellerimde tuttuğum
Ölümsüzlük bağlarını dokuyarak
Şimdi öleceğim yeniden
Vücudumu örten toprağa sarınarak!

II
Ne papazların sattığı
Gökyüzünden bir parça aldım.
Ne de tembel zenginler için
Metafizikçilerin,
Düzüp koştuğu, karanlıklardan.

III
Ölüm içinde yoksullarla bir olmak istiyorum
Göğü elinde tutanların kamçıladığı
İnceleme yeteneği olmayanlarla!
Şimdiyse ölüme hazırım
Beni saran bir elbise gibi
Sevdiğim renkten
Boyu posuma tıpatıp; uygun
Ve benim için gerekli olan
Beni saran bir elbise gibi!

Pablo Neruda 




ASMA ÇUBUĞU VE RÜZGÂR 
Bir şarkıcıyım ben,
Avrupa’nın bağlarında dolaştım;
Gezindim rüzgarlar altında.
Asya’nın rüzgarı altında.
Yaşamlar içinde en iyisi
Yaşam bile,
Dünyanın tadı;
Ak pak barış bile;
Avareydi
Devşirdim
Evet devşirdim.

Başka toprakların
En iyisi
Yüceltti şarkısını dudağımda;
Bağların ortasında
Barışın ve rüzgarın özgürlüğü!

İnsanlar nefret ediyor gibiydiler
Birbirleriyle.
Yine de aynı gece
Birbirlerinin üzerlerini
Örtüyorlardı.
Bizi uyandıran
Tek ışık
Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim,
Yemek yiyorlardı masalarında;
Fabrikadan çıkmıştılar,
Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de
Hepsi birbirine benziyordu.
Ve hepsi de
Gözlerini ışığa çeviriyorlardı
Yollarını arıyordu hepsi de.

Hepsinin bir ağzı vardı
Türkü çağırıyorlardı,
Türkü çağırıyorlardı
İlkbahara dönük!

Hepsi.

İşte rüzgarda
Bağ çubuklarının arasında
En iyi insanları devşirdim
Şimdiyse dinlemeniz gerek beni

Pablo Neruda





GÜZDE UNUTULMUŞ
Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma

Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü

Ne var, dediler bana Paris'in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar

Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu

Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar

Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.
Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan

Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Somsuz bayrağına doğru koşan.

Çekip gittim durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan

Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar.

Pablo Neruda





PLAZA ÖLÜLERİ 
(23 Ocak, Şili, Santiago)

Düştükleri yere ağıt etmeye gelmiyorum,
Size koşuyorum yaşayanlara;
Hepinize koşuyorum
Ve göğsümü yumrukluyorum:
Sizlerden önce ölenler de oldu hatırında mı?
Onların aynı adları ve soyadları vardı.
San Gregorya’da, Lon Qimay’da yağmur altında,
Ran Qüil’de rüzgarda tökezlenmiş,
İkik’de kumlar arasında
Ve çölde, denizde, yağmurda ve dumanda,
Yarımadada, pampa toprağında
Onlar da öldürüldü senin gibi,
Onların da adı Antonyo idi,
Balıkçı ya da denizciydiler.
Hepsi de etiyle kanıyla Şili’li
Yel vurdu yüzlerine,
Acılar damgasını vurdu,
Şehit etti pampa.
Yurdumun duvarları önünde,
Karda,
Yeşil kollu ırmağın ötesinde
Billurlaşmış gördüm kanı
Başak altında.
Nitrat altında,
Halkımın damlayan kanını gördüm
Ve ateş gibi tutuşuyordu
Her damla!

Pablo Neruda





UNUTMAK YOK
Bunca zamandır nerede olduğumu soracak olursan
"Oldu birşeyler" demeliyim
oturmalıyım bir taşa
kararan dünyada,
kendini yemiş bitirmiş bir nehirde.
Korumasını bilmiyorum yitirdiklerini kuşların
Geride bıraktığım denizi
ya da çığlığını kızkardeşimin.
Nedir bu toprağın zenginliği?
Gün neden günle kapanıyor?
Neden karanlık gece çalkalanıyor ağzımda?
Ve ölüm neden?

Nereden geldiğimi sormayacak mısın?
Anlatayım sana;
Kırık şeyleri
Acılı kapları
Sık sık tozlanan koca sığırları
ve tutulu kalbimi.

Bunlar ne belleğimizde uyanan sarı güvercinler,
ne de anılardır kuşaktan kuşağa akan.
Ağlayan yüzlerdir bunlar,
Parmaklardır gırtlağımızdaki,
ve toprağa düşen yapraklardır.
Yiten günün karanlığıdır.
Yeşertir kaleleri hüzünlü kanımızdaki.

İşte menekşeler ve işte kırlangıçlar,
Sevdiğim her şey
Tatlı mesajlar veren günbegün
açıkta zaman
tatlılığı artan.
Kaçamayız biz; Dişlerimizin arasından:
Neden kemiriyor boşa giden zaman
sessizlik kabuğunu?
Ne yanıt vereceğimi bilmiyorum.

O kadar çok ki ölümüz
Ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler
Ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar
Ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyenler
Ve o kadar çok ki unutmak istediklerim.

Pablo Neruda

Çeviren: Kenan Gülbağ





GÜLÜŞÜN

Ekmeği al benden istersen
havayı al, ama
alma benden gülüşünü.

Alıp götürme gülü,
kopardığın ok çiçeğini,
sevincinde ansızın
öne atılan suyu,
sende doğan apansız
dalgasını gümüşün.

Savaşımım uzun-zor,dönerim
gözler yorgun
kimileyin görmüşken
değişmeyen toprağı,
ama gülüşün girişken
yükselir gökyüzüne koşturarak peşimden
ve acar bana tüm
kapılarını yaşamın.

Sevgilim,en karanlık
saatte açıverir
gülüşün ve eğer ansızın
görürsen ki saçılıyor kanım
sokağın taşlarına,
gülüver,çünkü gülüşün
denk gelir ellerime
bir kılıç gibi yalın.

Denizle birlikte güzün
gülüşün yükseltmeli
kopuklu çağlayanı
ve baharın sevgili,
gülüşünü ararım
beklediğimce o çiçeği,
mavi çiçeği, gülü
yankıyan memleketimin.

Gül gecede,
gündüz de ayda,
gül çarpık
sokaklarında adanın,
gül sana sevdalı
bu kaba saba oğlanda,
ama ben açtığımda
gözlerimi ve kapadığımda onları,
ayaklarım alıp götürdüğünde beni,
donup getirdiğinde beni ayaklarım,
esirge benden ekmeği, havayı,
ışığı, baharı,
ama gülüşünü asla
ölürüm çünkü.





OĞULLARI ÖLEN ANALARA TÜRKÜ

Onlar ölmediler yok, 
Ateş fitilleri gibi: 
Dimdik ayakta, 
Barut ortasındalar!

Karıştı, bakır tenli 
Çayır  çimene, 
Karıştı, 
O canım hayalleri: 
Zırhlı bir rüzgâr, 
Perdesi gibi; 
Bir set gibi: 
Kızgın çehreli, 
Göğüs gibi: 
Göğün görünmez göğsü gibi!

Analar, onlar ayakta 
Buğday içindeler, onlar, 
Yücelerden yüce dururlar: 
Dünyayı doruktan seyreden, 
Bir öğle güneşi gibi. 
Bir çan darbeleri gibi, 
Onlar. 
Ölmüş gövdeler arasında, 
Zaferi çekiçleyen bir ses gibi 
Onlar, 
Kara bir ses gibi. 
Ey canevinden vurulmuş, 
Toz duman olmuş bacılar! 
İnanın oğullarınıza. 
Kök oldu onlar, 
Sade kök: 
Kan suratlı, 
Taşlar altında. 
Karışmadı toprağa, 
Dağılmış kemikçikleri. 
Ağızları ısırır hala, 
Kuru barutu; 
Ve demir bir okyanus gibi, 
Titreşirler hâlâ. 
Ben ölmedim, der, 
Yumrukları; 
Yukarı kalkık yumrukları, 
Daha.

Bunca yere düşmüşlerden, 
Yenilmez bir hayat doğar: 
Bir tek beden olur, 
Analar, bayraklar, çocuklar, 
Hayat gibi canlı tek bir beden; 
Bir yüz bekler karanlıkları, 
Ölü gözleriyle, 
Kılıcı dopdolu, 
Dünya ümitlerinden.

Dursun,

Dursun yas esvaplarınız. 
Yığın derleyin, 
Gözyaşlarınızı; 
Bir metal oluncaya kadar: 
Bununla vuracağız, 
Gündüz gece; 
Bununla çiğneyeceğiz, 
Gündüz gece; 
Bununla tüküreceğiz 
Gündüz gece 
Kin kapılarını, 
Kırıncaya kadar.

Oğullarınızı bilirdim, 
Unutmadım acılarınızı. 
Ölümleriyle nasıl kıvandıysam, 
Hayatlarıyla da öyleyimdir. 
Onların gülüşleridir: 
Karanlık atölyeleri ışıtan. 
Her gün metroda, yanıbaşımda: 
Onların ayak sesleridir, 
Çın çın. 
Akdeniz portakallarında, 
Güney ağları içinde; 
Yapılarda, 
Basımevi mürekkeplerinde; 
Kalplerini tutuşur gördüm onların, 
Güçle, yangınla.

Ben de sizler gibiyim, analar. 
Benim kalbim de yas dolu, ölüm dolu. 
Gülüşlerinizi öldüren kanla, 
Serpilip gelişmiş; 
Bir orman gibidir kalbim. 
Günlerin kahredici yalnızlığı, 
Uyanışın sisli öfkeleri 
Girmiştir içine.

Susamış sırtlanları, 
Bitip tükenmez ürmeleriyle 
Afrika'dan gürleyen hayvan sesini; 
Öfkeyi, iniltileri, hoş görmeleri, 
Bırakın, bir yana bırakın. 
Ölümün ve tasanın 
Çemberinden geçmiş analar, 
Doğan ulu günün ortasına bakın: 
Bu topraktan güler ölüleriniz. 
Kalkık yumrukları titrer, 
Buğdayın üstünde, 
Bilesiniz.

Pablo NERUDA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder