30 Aralık 2015 Çarşamba

Vladimir Mayakovski

Vladimir Vladimiroviç Mayakovski
(1893 Bagdatti/Gürcistan - 1930 Moskova/Sovyetler Birliği)



Bir orman bekçisinin oğlu olarak 1893'de Gürcistan'ın Bagdatti'de (ölümünden sonra Mayakovski oldu)doğdu. Daha 12 yaşında 1905 Devrimi döneminde Çarlığa karşı kitlesel eylemlere katıldı. 1906'da babasının ölümü üzerine Moskova'ya taşındı. 1908 yılında, 15 yaşında RSDİP'ye katıldı. 1908-1909 yılları arasında iki kez tutuklandı ve 11 ay hapis yattı. 1910'da lise üçüncü sınıfından ayrılıp, resim dersleri almaya başladı. Aynı yıl Stroganov Uygulamalı Sanatlar Okulu'na kayıt oldu. 1910'da Moskova Resim, Heykel ve Mimarlık Okulu'na kayıt oldu. İlk şiirlerini burada yazmaya başladı. 1912'de yayımlanan "Yaygın Begeniye Bir Şamar"ı, Rus fütüristlerinin ilk bildirisi izledi. Arkadaşları David Birlik ve Hlebnikov Kroçonuk'la beraber hazırladığı bildirinin sloganı, "Puşkinler, Tolstoylar Kapı Dışarı!"ydı. Mayakovski, şiirlerini sadece dergilerde yayımlamakla kalmıyor, onları edebiyat çevrelerinin toplandığı kahvelerde de okuyordu. 1913'de Petersburg Lunaparkı'nda kendisinin sahneye koyup oynadığı "Vladimir Mayakovski" adlı oyunu, Rusya 'da sergilenen ilk fütürist gösteri oldu. 1915'de iki kübist tablosu sergilendi. "Pantolonlu Bulut" ve "Omurganın Flütü" iki uzun şiiri dünya çapında tanınmasını sağladı.
      1917 Ekim Devrimi'nden sonra Bolşevikleri destekleyen Mayakovski, devrimin salt politik bir devrim olarak kalmayıp, eski sanat anlayışını da kökten yıkması gerektiğini vurgulayarak LEF'i (Sol Sanat Cephesi) oluşturdu. "Sokaklar fırçamız, alanlar paletimizdir" sloganı ile özetlediği, sanatı kitlelere mal etme, sokağa indirme, ülke kültürünü yeniden canlandırmak için sanatı kullanma Mayakovski'nin başını çektiği Rus fütüristlerinin en belirgin özelliğidir. Bu anlayışla, Sovyetlerin sokakları, meydanları bu anlayışla sloganlar ve fütürist resimlerle donandı.
      1917 Ekim Devrimi'nden sonra bu faaliyetlerinin yanı sıra, Halk Eğitim Komiserliği'nde görev aldı. "Toplum Sanatı" adlı dergiyi yönetti ve tüm Sovyetleri dolaşarak şiirlerini okudu.
      1918'de, "Devrime Övgü" ve "Sol Marş" adlı uzun şiirlerini yazdı.
      1922'de LEF'in aynı adı taşıyan dergisini çıkardı ve yönetti. Bu dergide "psikolojizm"e karşı çıkan devrimci bir sanat hareketi oluşturmaya çalıştı. 1924'de Lenin'in ölümünden sonra "Vladimir İliç Lenin" (Lenin Destanı) adlı ağıtı yazdı.
      1925'de İzvestia gazetesinin muhabiri olarak ABD, Meksika, Küba ve Fransa'ya gitti. Anılarını "Amerika'yı Keşfetmek" adlı kitapta topladı. 1927'de Yeni LEF dergisini çıkarmaya başladı. 1925'de kurulan Rus Proleter Yazarlar Birliği'nin fütüristlere karşı tutumu nedeniyle "sekterlikle" suçladı. Ancak 1930'da RPYB'ye katıldı. Ancak Rus Proleter Yazarlar Birliği tarafından "bireycilik"le eleştirildi.
      1925 yılında intihar eden arkadaşı Yesenin'i eleştirmesine rağmen, bu intihar olayından etkilenmiş olan Mayakovski, 1930 yılında 37 yaşındayken intihar etti.






LİLİ!
  
  
(Mektup yerine) 

Sigara dumanları kemiriyor havayı. 
Oda: 
Kruçyonik'in cehenneminden bir bölüm sanki. 
Ve hatırla: 
Şu pencerenin ardında 
azgın bir arzuyla 
ellerini okşamıştım ilk defa. 
Bugün birlikteyiz işte. 
İşte sen: 
        Zırhlı yürek. 
Ve yarına kalmaz 
        kovarsın beni yayından 
            hakaret yağdırırsın bana. 

Ve evin holünde uzun bir zaman 
                        bir kol 
            gizli bir ürperişle kıvranarak 
                        ceketi arayacak. 
Savurup kendimi sokağa 
                        gideceğim. 
Vahşi 
        ve ağzıma ne gelirse sayıklayarak 
        umutsuzluk tarafından kıymalanmış bir halde 
        gideceğim. 
Hayır sevgilim hayır 
öyle değil 
        yalan hepsi yalan biriciğim, 
gel bana veda et haydi. 
Bil ki 
        nerede olursan ol 
                        nereye gidersen git 
bir demir yığını kadar 
                        ağır çeker 
                                senin için aşkım. 

Ve bırak da haykırayım son defa 
                acı haykırışlarıyla gururu kırılmışlığın. 
Takati tüketen öküzler 
                gidip kendilerini 
                soğuk suyun içine atarmış. 

Ama benim için 
                aşkından gayrı bir okyanus 
                                                    yok 
ve boşunadır ağlayıp haykırmam biliyorum 
                boşunadır ummak tükenmemeyi. 
Dinlenmek isterse yorgun fil 
                kızgın kumlara uzanırmış krallar gibi 

Ama benim için 
            aşkından gayrı 
                        hiçbir güneş 
                                               yok ki. 
Ve bilmiyorum bile nerdesin şimdi 
                            bilmiyorum kiminlesin. 

Şair olmuş olsaydı 
            bunca  azap çektirdiğn şu kişi 
çoktan satıp gitmişti sevgilisini 
            servet ve şan karşılığında. 

Sevinç vermiyor oysa bana 
                    hiçbir çan sesi 
                senin o mübarek ismini 
                    tekrarlayan çan gibi. 

Ne boşluğa fırlatırım kendimi 
                                ne zehir içerim 
                                ne de tabanca namlusu 
                                dayarım şakağıma... 
            ve hiçbir bıçağın gücü yetmez 
                bakışların bir yana 
                kesmeğe beni. 

Yarına kalmaz unutursun 
                başına koyduğum tacı 
                ve aşkınla besleyip 
                        yaktığım 
                o çiçek açmış ruhu da. 

Ve hareketli günlerden bir karnaval rüzgarı 
dört bir yana dağıtır kitaplarımın sayfalarını... 
Söyle: 
kelimelerimin 
                kurumuş yaprakları 
yolunu kesip de durdurabilir mi 
                                    seni? 

hiç değilse bırak 
son sevgimden dokuduğum halıyı sereyim 
ayaklarının altında 
                yitip giden toprağı... 

Vladimir Mayakovski 
(Türkçesi: Atilla Tokatlı) 



DİNLEYİN!..
Dinleyin!..
Bu yıldızları böyle
her gece
niçin yakarlar?
Herhalde birisine gerekli diye?
Herhalde yanmalarını isteyen birisi var?
Ve herhalde birisi
bu balgam parçalarını
inci diye sayıklar?
Ve zorlayıp
bir öğle vakti kalkan toz borasını
Tanrı katına varır
geç kalmak korkusu yüreğinde
yalvarır
öper Tanrı'nın eline rahmet dilenerek
ağlar -
anlatır kendisine niçin bir yıldız
gerektiğini -
bu azaba yıldızsız katlanamayacağını

Ve sonra o birisi
gezdirir boğuntusunu diyar diyar
sakin gözükmeye çalışarak:
"Şimdi daha iyisin değil mi?"
diye sorar
yoluna ilk çıkana
"Korkmuyorsun artık
değil mi? "

Dinleyin !
Yaktıklarına göre bu yıldızları
böyle
her gece
Birisinin işine yaramaları şart
öyle değil mi
ve şart olsa gerek
gene her gece
hiç olmazsa bir yıldızın yanıp sönmesi...




OMURGANIN KAVALI

Dumanlar içinde mavi olmayı unutan
                                                    gökyüzü,
paçavralar giyinmiş
                              sığıntı gibi bulutlar,
son aşkımla tutuşacaksınız bütün!
Sevinç çığlıklarımla bastıracağım
                                           ordular
                                                 gürültünüzü!
Siz ki bir yuvanın sıcaklığını unutmuşsunuz,
                                                          dinleyin!
Ve çıkın artık siperlerden:
                                   bitirmeseniz de olur
                                                     savaşı...
Ne en korkunç dövüşlerin,
                                      ne de
                               kan tüten yaraların en derini
solduramaz aşk sözlerini !
Bilmez olur muyum hiç
                                  sevgili Almanlar!
Dudaklarınızın ucunda hep
                                    Goethe’nin
                                                  Gretchen’i var...
Ama o,
           yüzyıllardır sayıkladığınız
                                              tombul
                                                  penbe tenli kız,
neme gerek benim!
                                   Seni söylüyorum türkülerimde
                                                               şimdi ben,
makyajlı
             kızıl saçlı sevgilim!
Bu kasatura uçları gibi
                               sivri
                                     günlerden,
                                                    yaşadığımız,
yüzyılların sakalı ağardığında
                                         kalacak olan
                                                     sensin yalnız!
Bir de ben...
                    o kentten
                                  bu kente...
                                                senin ardında!
Londra’nın
                kalın
                      sisinde yitirsem seni,
alev dudaklarıyla
                          gece lambalarının
gene de uzanır
                          öperim...
Dalgın
           ve hüzünlü,
köprüden geçsen:
                           “Aşağısı da güzel” diye düşünerek,
                            “Ve ölmek
                                         de belki güzeldir!” diyerek,
bil ki benim
                 köprünün altında akan,
                                              benim la Seine,
benim çağıran seni
                          çürümüş dişlerini göstererek ..
Güçlüyüm ben,
                        gerekliyim çünkü onlara.
“Sıran geldi !”
                        deseler günün birinde,
savaşa itseler beni,
                           vurulsam:
Kan değil
                adın fışkırır
                                yırtık dudaklarımdan ..
İster
            taç giydirsinler,
                                  ister –
                                se Sainte – Helene ‘e sürsünler:
Hayat fırtınalarının dalgalarını
                                         gene de
                                                      ben
                                                      mühürlerim!
Ellerim
             kelepçelidir evet
                                     ama evrenin
                                                         tahtıdır yerim!
Siz
         ürkek çocukları
                               hüznün,
                                            ve siz
                                                     gökyüzünün
mavi olduğunu unutanlar !
                                        Dinleyin artık
                                                          susun da !
Belki de
             son
                    aşkıdır
                            bu
                                 gökyüzünün:
                                                     onulmaz yarası
                                                     kanar da kanar
                                  veremli ciğerlerimin dokusunda ..

(Çeviren: Attila Tokatlı)




SON MEKTUP
(Şairin cesedinin yanında bulunmuştur)

Hepinize !..
İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele
dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi.
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş
değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem) , ama benim
için başka bir çıkar yol kalmamıştı.
Lili, beni sev.
Hükümet Yoldaş! Ailem: Lili Brik, anam, kız kardeşlerim
ve Veronika Vitoldovna Polonkaya’dan ibarettir; yaşamlarını
sağlarsan, ne mutlu bana ...
Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin, ne lâzımsa onlar yapar.
“Bir varmış bir yokmuş“
                                     derler hani:
Aşkın küçük sandalı
              hayat ırmağının akıntısına kafa
                            tutabilir mi!
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda ...
Acıları
           mutsuzlukları
                         karşılıklı haksızlıkları
           h a t ı r l a m a y a   b i l e   d e ğ m e z:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
                     yeter.



(Çeviren: Attila Tokatlı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder