2 Ocak 2016 Cumartesi

Arthur Rimbaud

Arthur Rimbaud
(1854 - 1891)

20 Ekim 1854'te Fransa'nın kuzeyinde Ardenler bölgesinde Charleville kasabasında, Bourbon Sokağı 73 numaralı evde doğar. Subay olan babası Frédéric, annesi Vitalie'yi genç yaşta terk eder. Vitalie Cuif (Rimbaud)'un Roche kenti yakınlarında çiftlik sahibi olan varlıklı bir aileden geliyordu. İlk doğan çocuklarına babanın adı olan Frédéric ismi konulur. Ailenin ikinci çocuğu Arthur, üçüncü çocuğu annesiyle aynı adı paylaşan Vitalie, dördüncü çocuğu Rimbaud'un hayatında önemli rolleri olan Isabelle'dir.

Annenin genç yaşta eşinden ayrılmasının baskısıyla yaşayan Rimbaud 8 yaşında laik bir eğitim sistemi olan Rossat Okulu'na verilir. Daha sonra Sous Les Alleés sokağına taşınırlar ve Sofu olan annesi tarafından dini eğitim de verilen Charleville Koleji'ne verilir. Din dersleri ve Latincesi oldukça iyi olan Rimbaud'a okulda "küçük pis yobaz" adı takılır. Öğretmeni Ariste Lheriter'in destekleri üzerine yazdığı şiire daha çok özenir. O sıralarda Çağdaş Parnasse dergisini okur, Théophile Gauiter, Théodore de Banville, Léon Dierx ve Paul Verlaine gibi şairlerin şiirleriyle tanışır. Charleville'de düzenlenen geleneksel edebiyat yarışmasında birinci olur.

Öksüzlerin Yılbaşı Armağanları (Les Etrennes des Orphelins) adlı şiirini Revue Pour Tous dergisine gönderir ve bilinen ilk yazılı şiiri budur. George Izambard ile tanışıp, fikirlerinden etkilenir. Ofelya, Demirci, İzlenim, Güneş ve Ten gibi şiirleri bu döneme rastlar. Bu sırada çıkan Paris Komünü ayaklanması ve Prusya-Fransa savaşı siyasi çizgisini de belirlemiş olur. Paris'te çıkan La Charge gazetesinde Üç öpücük şiiri yayınlanır. Henüz 16 yaşındayken evden kaçıp Paris'e gider. Bundan sonra evden savaş ortamında 2 kere daha kaçmasına rağmen, perişan hallerde geri döner. Bu sırada Paris'in meşhur kafelerinde şiirler yazıp, çağın sanatı, siyaseti hakkında tartışmalara katılır ve absint içip, afyon yutmaya başlar. En son evden kaçışında, mektup ve şiirle dostluğunu pekiştirdiği dostu Verlaine'nin evine sığınır. Bundan sonraki dönemde yazdığı şiirler olgunluk dönemine ulaşır. 1873'te ilk şiir kitabı Cehennemde Bir Mevsim (Une Saison En Enfer) yayımlanır. Verlaine'nin eşiyle arasının açılması ve Rimbaud ile eşcinsel ilişkilerinin başlamasıyla; Fransa'da dışlanan ikili Almanya ve Belçika seyahatlerine başlarlar. Verlaine, Rimbaud'u Brüksel'de bir tabanca kurşunu ile yaralamasının ardından, eşcinsel ilişkileri yüzünden başları belaya girer. Verlaine kürek mahkûmu olarak hapse atılır, Rimbaud ise serbesttir. 1875'te son kez görüşmelerinden sonra bir daha asla görüşmezler. Bu tarihten sonra da şiir yazmayı bırakır. Yaşanılan bu aşk serüveni 1995 yapımlı Tutkunun Şairleri filminde ele alınmıştır.

Hayatının son kısmı (1875-1891) 

Rimbaud'nun Mezarı
1878'de Marsilya'dan İskenderiye'ye geçer ve bir süre Kıbrıs Larnaka'da Rum, Türk ve Araplara çevirmenlik yapar. Buradaki şirketin kapanmasıyla Afrika'ya yol alır, Habeşistan Harrar bölgesinde, Mısır'ın işgal altında olmasından faydalanıp; kahve, fildişi, deri, ıtır ve zamk üretimi yapan Vianney Bardey firmasında işe başvurur. Asistanlığın yanı sıra silah tüccarlığına başlar, bu işlerden çok para kazanır. Afrika'da geçirdiği günlerde dinini İslam olarak değiştirdiği söylentisi olsa da, somut bir delil yoktur. Daha sonra kalçasında oluşan bir şişlik ve yarayla hastaneye yatar, teşhis Kalça Neoplazmasıdır (bir çeşit kalça kanseri), bu yüzden bir bacağı kesilir. 21 Mayıs'ta annesine yazdığı mektupta hastalığından sinovit, hidrartroz, eklem ve kemik hastalığı olarak bahseder. Bu sırada asker kaçağı olarak arandığı için hasta haliyle zor günler yaşar. Sadece "Jean Rimbaud" ismini kullanır ve kayıtlarda ismi bu şekilde geçer. Aşırı morfin tüketimi ve kanserin yayılması ölümünü hızlandırır. 10 Kasım 1891'de henüz 37 yaşındayken Marsilya'da ölür. Rimbaud'un 10 yılı aşkın çetin çalışmasının toplam ürünü 36.000 altın franktır, 8 yıl yanında hizmetkarlığını yapan Camii'ye 10.000 frankının verilmesini, Isabelle'e vasiyet eder. Marsilya Conception Hastanesinin avlusunda şöyle bir levha vardır:

"Aden'den gelen şair JEAN ARTHUR RIMBAUD yeryüzü serüveninin son bölümünü 10 Kasım 1891'de BURADA tamamladı"






DUYUM

Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara.
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların
Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara.

Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim;
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi;
Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
Mes'ut sanki yanımda bir kadın varmış gibi.

Arthur Rimbaud

Çeviren: Orhan Veli





TUFANDAN SONRA

Tufan anısı yatışır yatışmaz,
Bir tavşan, evliya otları, kıpır kıpır çan çiçekleri içinde
durdu, gökkuşağına yakardı örümceğin ağları arasından.
O güzelim taşlar, saklanan - bakıp duran çiçekleri daha şimdiden.
Pis ana sokakta kasap tezgâhları kuruldu; bakır oymaları gibi
yukarıya kat kat yığılmış denize çektiler kayıkları.
Kan aktı. Mavi Sakal'ın orda, - Tanrının mührüyle camları sararttığı
cambazhanelerde, mezbahalarda, Süt ve kan aktılar.
Kunduzlar yuva kurdu hep. "Fincanlar" tüttü kahvehanelerde.
Daha suları damlayan büyük cam evde eşsiz görüntülere baktı
yaslı çocuklar.
Bir kapı çarptı; köy alanında çocuk savurdu kollarını şakır
şakır sağanak altında, - fırıldaklar ve çan kuleleri tepesinde
bütün yel horozları oyunu anladılar.
Bayan Alplere bir piyano yerleştirdi. Ayin ve ilk "bağlaşım"lar
yüz binlerce sunağında kutlandı katedral'in.
Kervanlar yola düzüldü. Allak bullak olmuş kutup gecesiyle
buzlar içinde kuruldu Splandid- Otel.
O günden beri, keki çöllerinde cıvıldaşan çakalları işitti
ay - ve tahta kunduralı çoban şiirlerini, meyve bahçelerinde
gıcırdayan. Sonra tomurcuklanmış mor ulu ormanda Eucharis
baharın geldiğini söyledi bana.
Fışkır ey göl; köpük, köprülerden ak, ormanlar üzerinden aş;
-karaçuhalar, erganunlar, şimşekler, gök gürültüleri, yükselin,
yürüyün; -sular ve hüzünler, yükselin, getirin tufanları yeniden.
Çünkü onlar dağılan bir can sıkıntısı ki… -Ah güzelim taşlar,
gömülen; o açılmış çiçekler! - Ve Ece, gömleği içinde korları
ateşleyen Büyücü Kadın bildiğini hiçbir zaman anlatmak 
istemeyecek bize.

Arthur Rimbaud
Çeviri: Can Alkor




SARHOŞ GEMİ

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde.
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme;
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım süt beyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığım yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir âyinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperip uzaklaşan dalgalar, sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı;
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni;
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları boz, bulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer,
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgârı.

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
Akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik meduzaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır  dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarla altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk.
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Ben sizinle sarmaş dolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüklü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkûm gemilerinin sularında yüzemem.

Arthur Rimbaud
Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu




ESKİL

Güzelim oğlu Pan'ın! Çiçekler, yemişlerle çevrili alnın sıra gözlerin,
o biricik yuvarlar, dönüp duruyor. Esmer bir tortuyla gölgeli
yanakların çukur çukur. Pırıl pırıl dişlerin. Bir gitara benzeyen
göğsün, çınlamaları o sarışın kollarında akıp giden. O iki cinsin
                birden uyuduğu karın boşluğunda küt küt atıyor yüreğin.
                Geceleri kalçalarını, önce birini sonra ötekini, sonra da o sol
                bacağını yavaş yavaş sallayarak, çık dolaş.

Arthur Rimbaud
Çeviri: İlhan Berk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder