1 Ocak 2016 Cuma

Antonio Machado

Antonio Machado
(1875 - 1939)

İspanyol şair Antonio Machado y Ruiz 26 Temmuz 1875'te Sevilla'da doğdu, 21 Şubat 1939'da Colliuse'da öldü. Madrid'de Institucion Libre de Ensenanza'da ve Paris'te Sorbonne Üniversitesi'nde edebiyat üzerine öğrenim gördü. Çevirmenlik ve öğretmenlik yaptı. İç Savaş sırasında Cumhuriyetçilerin safındaydı, 1939'da annesiyle birlikte başka mültecilerle sınırı geçip Fransa'ya sığındığı yıl öldü.İspanyol edebiyatında döneminin umutla umutsuzluk arasındaki gerilimini yansıtan ürünler vermiş,1898 Kuşağı denilen hareketin önemli temsilcilerindendir.




CİNAYET GIRNATA'DA İŞLENDİ

CİNAYET

Tüfekler arasında yürürken görüldü o,
Uzun bir sokaktan
Çıktı soğuk kıra,
Gün doğarken daha
Şafakta, yıldızların altında
Öldürdüler Federico'yu.
Cellâtların mangası
Bakamıyordu yüzüne.
Kapadılar hepsi gözlerini.
Dua ettiler: Tanrı bile kurtarmayacak seni!
Düşüp öldü Federico
- Alnında kan, kurşun barsaklarında. -
Cinayet Gırnata'da işlendi.
Biliyorsunuz, - zavallı Gırnata'da. -
Onun Gırnata'sında.




OZAN VE ÖLÜM

Ölümle başbaşa yürürken görüldü o,
Korkmadan tırpanından.
- Gene de kuleden kuleye güneş
Çekiçler örste, örste, demirci ocaklarının örsünde.
Konuşuyordu Federico
Okşayarak, ölümle. Ölüm dinliyordu onu.

"Daha dün mısralarımda can yoldaşım,
Kuru avuçların şaklıyordu senin
Daha dün mısralarımda,
Daha dün kırağını verdin şarkıma
Ve ağlatı'ma gümüş tırpan keskinliğini,
Seni şakıyacağım, sende artık kalmayan eti,
Olmayan gözlerini,
Rüzgârın dağıttığı saçlarını şakıyacağım
O öpülen kırmızı dudaklarını...
Ölüm, güzel çingenem, ölümümsün dün de bugün de,
İçime çekerken Gırnata'nın havasını, Benim Gırnata'mın."

Yürürken görüldüler onlar...
Bir mezar yontun bana dostlarım
Ozan için
Taştan ve düşten, -Elhamra'da,
Suyun ağladığı bir çeşme üstüne,
Sonsuza kadar desin o:
Cinayet Gırnata'da işlendi! Onun Gırnata'sında!

Antonio MACHADO
Çeviri: Sabri ALTINEL





İBERYALI TANRI

Sanki yay ustası
şarkı kumarbazı,
İberyalı'nın bir oku olsaydı
yağmura tutmuş Tanrı için, tahılı,
ve güz meyvelerini çıkaran boşa,
ve bir "şükürler olsun sana",
buğday, çavdar veren Tanrı'ya
kutsal ekmek olacak olan, sabaha.

"Yıkıntıların Tanrısı,
Tapıyorum sana çünkü, gözlüyorum yolunu
eğiliyor duam ile, aşağı
bir kafir kalp, toprağa doğru.

Tanrım, kimin için, taştan çıkarıyorum acıyla, ekmeği,
biliyorum gücünü, tanıyorum zincirlerimi!
Ah, sahibi, yaz bulutlarının
aydınlatan tarlayı,
gecenin kırağısının, güzün kurağının,
ve sıcakların, tutuşturan, ekili tarlaları!

Yeşil kır üzerinde Gökkuşağının Tanrısı,
otladığı yerde koyunun,
kurtların kemirdiği Yemişlerin Tanrısı
ve sağ'nakların yıktığı kulübenin,

canlandırır nefesin, ocaktaki ateşi,
lezzet verir sarı başağa, közünse
katılaştırır yeşil zeytinin çekirdeğini,
kutsal elin, yazdönümü gecesinde!

Ah, servetin Tanrısı, sefaletin,
bahtın, talihsizliğin
zenginlere lütfedersin, tembellik verirsin
fakirlere yorgunlukla umut verirsin

Tanrım, Tanrım; uçarı devrinde
yılın, ektiğim tohumumu izledim şöyle,
girerek bir kumarbaz gibi aynı riske
tarla ekmek işinde!

Tanrım, baba gibi şimdi, dün kanlıca,
ikiyüzlü, bir taraf aşk, öbür taraf intikam,
sana, bir kumarbaz zarında, rüzgara
sanadır hem övüşüm hem de bedduam!"

Mihraplarda Tanrı'ya hakaret eden bu kişi,
yazgı ona kaş çatmış, umurunda değil
denizlerdeki yolları o da düşledi
ve dedi ki: Tanrı'dır denizdeki yol.

Bu adam değil mi ki, üzerinde tutuyor Tanrı'yı, tüm
savaşların,
daha üstünde şansın,
daha üstünde toprağın,
daha üstünde denizin ve de ölümün?

Vermedi mi meşesi İberya'nın,
Tanrı'nın ateşi için en güzel dalını,
kutsal büyük ateşinde aşkın
saf bir arzu içinde, Tanrı'yla bir olmadı mı?

Ama şimdi… Umurunda mı gün öyle!
yeni ocaklar için var
ladenler gölgeliklerde,
eski meşeliklerde yeşil odunlar.

Şimdi bekliyor vatan
açılsın diye saban izleri;
tarla var, tanesi için Tanrı'nın,
dikenler altında, dulavrat otları, devedikenleri.

Umurunda mı gün! Dün ki
uyanık yarına, yarın, sonsuza,
İspanya insanı, geçmiş ölmedi,
ne de yarın -ne de dün- yazılmadı daha.

Kim gördü yüzünü İspanyol Tanrısı'nın?
Bekliyor yüreğim, bakın,
bir İberyalı'yı, eli kuvvetli olan,
yontacak olan, Kastilya meşesinden,
insafsız Tanrısı'nı bu esmer toprağın.

İspanyolcadan çeviren: Ulaş Başar Gezgin / 02.05.2001





HOSE MARYA PALASYO'YA

Palasyo, iyi dost,
giydirmede mi bahar
nehir kavaklarının dallarını
ve yolları? Bozkırında
yüce Duero'nun, gecikir Bahar, 
ama ne güzel, ne tatlıdır vardığında!…
Yeni yaprakları var mı
yaşlı karaağaçların?
henüz çıplak kalmışlardır, akasyalar
ve karlıdır tepeleri sıradağların.
Monkayo'nun yücesi, ah, beyaz ve gül rengi,
orada, Aragon göğünde, ne güzel!
Çiçek açmış böğürtlenler var mıdır
gri kayalar arasında,
ve beyaz papatyalar,
zarif yeşilliklerde?
Varayazacaklardı leylekler
o çan kulesi için.
Buğday tarlaları olacak, yeşil,
ve koyu renkli katırlar, ekin zamanı,
ve gecikmişe benzeyen çiftçiler
nisan yağmurlarıyla. Şimdi arılar
özünü alacak kekiğin ve biberiyenin.
Çiçeklendi mi erik ağacı? Kaldı mı menekşeler?
Gizli avcılar, tuzak düdüğü
keklikler için, uzun pelerinler altında,
ıskalamayacaklar. Palasyo, iyi dost,
kıyıdalar mı şimdi bülbüller?
İlk süsenlerle
meyve bahçelerinin ilk gülleriyle,
bir mavi akşam, Espino'ya çık,
senin toprağının olduğu yüce Espino'ya…

Antonio Machado

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder